Geçtiğimiz Perşembe günü «Birleşmiş Milletler’in Kıbrıs’taki rolü ve BM’nin reformasyonu” Dayanışma Evi’nin UNFICYP Sivil İşler Bölümü’nün desteğiyle düzenlediği panelde tartışıldı. Dayanışma Evi’nde gerçekleşen panelde akademisyenler Ahmet Sözen, Konstantınos Adamidis ve Kostas M. Konstantinou Birleşmiş Milletler’in adaya geldiği günden bugüne ve Crans Montana’da yaşanan çöküş sonrasındaki rolüne ışık tuttular. Ayrıca akademisyenler BM’nin Kıbrıslıların güvenini nasıl geri kazanabileceği konusuna da değindi.
Doğu Akdeniz Üniversitesi’nin Siyasi Bilimler Bölümü profesörü Ahmet Sözen, BM’nin bütün bu yıllar içerisinde Kıbrıs’ta sahip olduğu role ilişkin konuştu ve BM’nin iki ayrı ama birbirini tamamlayan misyonu olduğunu, görevinin bir yandan Kıbrıs’taki barışı koruma, öte yandan da iki toplum arasında gerçekleşen müzakere süreçlerini destekleme olduğunu söyledi.
UNFICYP 1963 yılından beri adada bulunuyor, BM Genel Sekreteri’nin İyi Niyet Görevi Ofisi ise 1968 yılından beri Kıbrıs müzekereler süreçlerini desteklemektedir.
Sözen, bazı istisnalar hariç, BMGS’nin İyi Niyet Görevi Ofisi’nin müzakereleri kolaylaştırmak ve not almakla sınırlı olduğunu ortaya koydu. DAÜ Profesörü, “BM 1993-94 yıllarında iki toplum arasındaki mesafeyi küçültmek için 15 güven yaratıcı önlemden oluşan bir paket sunmuş, daha sonra 2004’te, Anan planındaki boşlukları doldurma inisiyatifini üstlenmişti.
Ahmet Sözen iki tarafta bazı kesimlerin BM’nin misyonunu yanlış algıladığını, dolayısıyla da örgüte güvenmediklerini söyledi. Bunu açarken “BM Kıbrıslı Rumların gözünde başarısız oldu çünkü, ‘Rumlara göre istila ve işgal denen’ olayı engelleyemedi. Kıbrıslı Türklerin gözünde ise kendilerine karşı1960’lı yıllarda ve 1974’te yapılan saldırıları engelleyemediği için yine başarısızdır” dedi. Siyasi Bilimler Profesörüne göre, “BM’nin iyi niyet misyonu, müzakerelerin, ‘her şey üzerinde anlaşmaya varmadıkça hiçbir şey üzerinde anlaşmaya varılmış sayılmaz’ önemli ilkesi ile daha da sınırlandırılıyor. Buna rağmen BM bu ilkeyi göz önünde bulundurarak, müzakerelerin yeniden başlatılması için iki tarafı bazı önkoşulları kabul etmek zorunda bırakabilir”.
“Guterres son hazırladığı raporda önkoşulları belirledi. Kaydedilen ilerlemenin korunması ve BM’nin yeni bir sürecin başlatılması için iki tarafın Genel Sekreteri birlikte davet etmesi gerektiğini söyledi. Hedefin, ayrınıtların teknokratlarca tamamlanacak stratejik bir anlaşma olması gerektiğini ima etti” diyen profesör “ancak soru BM’nin bu noktalarda ta başından ısrar edip edemeyeceğidir” sorunsalını ortaya koydu.
. Sözen’den sonra söz alan Lefkoşa Üniversi Uluslararası İlişkiler Yrd. Prof. Konstantinos Adamidis, Kıbrıslı Rumların BM’yi nasıl gördüğünü ele aldı. Sayn Adamidis’in yapılan araştırmaya dayanarak verdiği bilgilere göre, 2009’da Kıbrıslı Rumların %60’ı, 2010’da %63’ü, 2015’te ise %51’i BM’e güvenmediğini belirti. Bu sonuçlara göre Kıbrıslı Rumların yarısından fazlası BM’ye güvenmiyor.
Kıbrıslı Rumların bu güvensizliğini BM’nin rolünü algılayamamasına bağlayan Adamidis, her iki toplumun da kendisine sorumluluk yüklenilmesinden hoşlanmadığını söyledi ve “öteki tarafı, uluslararası toplumu ve BM’yi suçlamaktan genelde hoşlanıyoruz” dedi. Buna örnek olarak ise Antonio Guterres’in Crans Montana’da görüşmelerin çökmesinden sonraki açıklamalarını Kıbrıs Rum basınında nasıl yer aldığını verdi. “BM genel Sekreteri bu çöküşü “herkesin başarısızlığı’ olarak değerlendirdiği halde, olay Kıbrıs Rum tarafına BM Türkiye’yi masum ilan etti şeklinde yansıtıldı.
BM’nin müzakere sürecine her müdahalesinin varoluşsal tehdit olarak algılandığını ve Kıbrıs halkının bir kesminin, çözüm için emek veren örgütleri hâlâ düşman olarak gördüğünü ekleyen UNIC Profesörü, Birleşmiş Milletler’in yerli güçlerden sağlam destek bulamamasının, rolünü ve etkisini olumsuz biçimde etkilediğini savundu.
Konstantinou, Guterres’in daha esaslı bir müdahale yapabilmek için iki liderden belgeyi meşrulaştırmasını istediğini söyledi. “Halbuki böyle bir müdahale zor görünüyor, çünkü hakemlik Kıbrıslı Rumların gözünde lanettir” şeklinde ekledi.
Birleşmiş Milleteler'in sadece Kıbrıslıların değil dünyanın her köşesinde insanların güvenini yeniden kazanabilmesi için yapması gereken reformasyonlara odaklanan Siyasi Bilimler Profesörü, bunları örgütsel, demokrasi ve adalet eksikliğine ilişkin reformasyonlar olarak üç kategoriye ayırdı.
Reformasyonların etik yönüne odaklanan Konstantinou, konferansa katılanlara BM’nin antlaşmasının önsözünün “Biz halk” ifadesi ile başladığını hatırlattı. “BM esasen devletler örgütü olmasına rağmen halka vaatte bulunuyor. BM’nin demokratikleşmesinden bahsettiğimizde sivil toplumun BM prosedürlerine katılmasını kastediyoruz" dedi.
Profesöre göre BM, bünyesindeki demokrasi eksikliğinin farkında ve onun için sivil toplum örgütlerine gözlemci rolü verildi. Sivil toplum örgütleri resmen olmasa da, Güvenlik Konseyi’ne görüş dahi bildirebiliyor. Bu şekilde çatışmalardan ve insani krizlerden etkilenen insanların sesi duyulmuş oluyor”.
BM’deki adalet eksikliğini anlatan Konstantinou, tam ve zorunlu yargı yetkisi olan uluslararası bir mahkemenin oluşturulmasını önerdi. “Böyle bir mahkeme var olduğu halde sadece Haiti gibi, bir elin parmaklarıyla sayılabilecek kadar devlet bu mahkemenin tam ve zorunlu yetkisini tanıyor” dedi.
Konuşmasına son verirken Kıbrıs’taki hidrokarbon konusunun uluslararası mahkemede çözülebileceğini öne süren Konstantinou, “ama maalesef Kıbrıs’ta hakemlik fobimiz var” dedi.
Akademisyenlerin sunumlarını izleyicilerin katıldığı canlı bir tartışma izledi. İzleyiciler tarafından sorulan sorular müzakerelerin geleceğine ve BM’nin bir sonraki müzakere sürecindeki rolüne ilişkindi.
Kyriakos Kiliaris-Voice of the island